Sepetim 0 Toplam: 0,00 TL

Hayvanların Duyguları ve Bize Kendimiz Hakkında Öğrettikleri

İki eski arkadaş son zamanlarda birbirlerini görmemişlerdi. Şimdi onlardan biri ölüm döşeğindeydi, eklemleri artrit nedeniyle sakatlanmış, yemeyi ve içmeyi reddediyor, yaşlılık yüzünden hayata veda ediyordu. Arkadaşı ona hoşça kal demeye gelmişti.

İlk başta onu fark etmemiş gibiydi. Ama orada olduğunu anlayınca tepkisi açıktı: Yüzünün ifadesi kendinden geçmişçesine gülümsemeye dönüştü. Sevinçle haykırdı. Ziyaretçisinin başına uzandı ve saçını okşadı. Yüzünü okşarken kolunu boynuna doladı ve onu kendisine yaklaştırdı.

Ölüm döşeğindeki bu buluşmada, karşılıklı duygular özellikle dokunaklı ve dikkat çekiciydi. Çünkü ziyaretçi Hollandalı biyolog Dr. Jan Van Hoff, arkadaşı ise şempanze Mama idi. Cep telefonuna kaydedilen, televizyonda gösterilen ve İnternet’te yaygın olarak paylaşılan bu buluşma, Frans de Wall’ın çığır açan kitabına giden yolu açtı: “Mama’nın Son Sarılışı: Hayvanların Duyguları ve Bize Kendimiz Hakkında Öğrettikleri.”

Farklı yazarlar da bugüne kadar hayvanların duygularını araştıran kitaplar yazdılar. Bunların bazı örnekleri Jeffrey Moussaieff Masson ve Susan McCarthy'nin “When Elephants Weep” (1995) ve Marc Bekoff'un “The Emotional Lives of Animals” (2007) adlı eserleriydi. Diğerleri, “Pleasurable Kingdom”daki (2006) Jonathan Balcombe ve “How Animals Grieve” (2013) filmindeki Barbara J. King gibi belirli bir duygu üzerinde yoğunlaşmıştır.

“Mama’nın Son Sarılışı” bu çalışmaları bir adım öteye taşıyarak bu kitabı "Hayvanların Ne Kadar Akıllı Olduğunu Bilecek Kadar Akıllı Mıyız?" adlı kitabından daha cesur ve daha önemli hale getiriyor.

Duygular uzun süredir bilişsel araştırmacıların yorumlanması tehlikeli kabul edilen konularından biri oldu. İnsanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, duyguların gerçeklerle ilgisiz olduğu, üzerlerinde çalışılmasının imkansız olduğu ya da bilimsel notların altında olduğu düşünülüyordu. Hayvan duyguları ise basitçe göz ardı edildi. Ancak insanların ve hayvanların nasıl davrandığını anlamak için hiçbir şey duygulardan daha önemli olamaz. Bu kitap hem insanlarda hem hayvanlarda duyguları inceleyerek, canlı zihinsel deneyimleri evrimsel bağlamda ortaya koyuyor. Zenginliğin, güçlerin ve faydaların türler arasında, zaman içerisinde nasıl hareket ettiğini inceliyor.

De Waal, "Duygular vücudumuzun bizim için en iyi olanı yapmamızı sağlama yoludur." diye yazıyor. Önceden programlanmış, katı tepkilere yol açan içgüdünün aksine duygular, "deneyime ve yargılamaya yer bırakırken zihne odaklanır ve bedeni hazırlar.” “Duygular kaygan olabilir” diye yazıyor de Waal. “Ama aynı zamanda hayatımızın açık ara en çok göze çarpan yönüdür. Her şeye anlam katıyorlar.”

Bu kitapta de Waal duygulara dair yanlış bilinenleri düzeltiyor. Duygular ne görünmezdir ne de üzerlerinde çalışmak imkansızdır; aksine ölçülebilirler. “Sarılma hormonu” oksitosinden stres hormonu kortizole kadar duygusal deneyimlerle ilişkili kimyasalların seviyeleri kolaylıkla belirlenebilir. Hormonlar, insanlardan kuşlara ve omurgasızlara kadar türler arasında neredeyse aynıdır.

Duygular, kontrol altında tutmak için çabalamamız gereken bir rahatsızlık değildir. Uyumsaldırlar: Sevgi, öfke, neşe, keder, korku hepsi yiyecek ve güvenlik bulmamıza, ailelerimizi korumamıza, tehlikeden kaçmamıza yardım eder. Duygular hayatta kalmamızı sağlar.

Bu nedenle, hayvanların bir dizi deneyimi yaşaması ve sergilemesi şaşırtıcı değildir. Zebra balığı depresyona girebilir ve insanlarda olduğu gibi aynı antidepresan ilaçlara yanıt verebilir. Yengeçler sadece acı hissetmekle kalmaz, onu hatırlar ve yırtıcılardan korunaklı bir sığınak karşılığında ne kadar dayanmaya değer olduğunu dikkatlice düşünürler. Sahibini yanlışlıkla ısıran bir köpek, bu tabuyu yıktığı için o kadar üzülebilir ki sinir krizi geçirebilir.

İnsanlar gibi hayvanlar da gerektiğinde duygularını kontrol edebilirler. Korkmuş bir şempanze, yüzünü endişeli bir "korku sırıtışına" çevirir. De Waal, korkulu erkeklerin aniden geri dönüp rakiplerinin yüz ifadelerini görmemesini sağladığını hatırlıyor. "Erkeklerin sırıtışlarını elleriyle sakladıklarını ve hatta aktif olarak yüzlerinden sildiklerini de gördüm." diye yazıyor. "Bir erkek rakibiyle yüzleşmek için dönmeden önce parmaklarını kullanarak kendi dudaklarını dişlerinin üzerinden geri itti." Benzer şekilde, yeşil odalardaki gergin konuşmacıların yüzlerini ellerinde tuttuğunu ve podyuma çıkmadan önce kaşlarını çatarak gülümsemek için yanaklarını yukarı doğru ittiğini gördüm.

Hollandalı biyolog Jan Van Hooff, yıllarca birlikte çalıştığı 58 yaşındaki şempanze Mama'ya veda ediyor.

Duygular, sürekli ve yakın arkadaşlarımız olsa da, de Waal hemen hemen her sayfada bizi şaşırtıyor. Bu kitap, paylaşmak için en iyi arkadaşınızı çağırdığınız türden gerçeklerle dolu: Botokslu insanlar arkadaş edinmekte sorun yaşarlar çünkü ifadesiz yüzleri diğerlerinin reddedilmiş hissetmelerine neden olur. Sinekkapan bitkisi gibi dokunmaya duyarlı bitkiler, hastanelerde kullanılan anestezi ilaçlarına maruz kaldıklarında hareket etmeyi durdurur. Kuşlar ve kediler, erkekleri dişilerden sadece hareketlerini gözlemleyerek ayırt edebilirler.

Ancak kitabın en başarılı yönü, de Waal’ın bizlere anlattığı hikayelerle parlıyor. Bazıları, Hollanda'daki Burgers Hayvanat Bahçesi'nde şempanze kolonisinde alfa erkek olan Luit'in kasıtlı olarak öldürülmesi gibi acımasızdır. Luit son zamanlarda diğer iki yüksek rütbeli erkeğin gücünü gasp etmişti ve rakipleriyle yeniden iyi ilişkiler kurmakta başarısız olmuştu. İki şempanze, bir gece onu cezalandırmak için bir araya geldi, el ve ayak parmaklarını ısırdı ve testislerini sıkarak yaralar açtı. De Waal, bu tüyler ürpertici hikayenin doğal yaşamda da meydana gelebileceğini söylüyor. Ancak yabani şempanzeler üzerinde yapılan araştırmalar, zorbalık yapan alfa saltanatlarının genellikle kısa olduğunu ve kötü bitebileceğini gösteriyor (siyasetçilerin not alması gerek!).

Bizim gibi primat arkadaşlarımız da adalete önem verir. De Waal, Atlanta yakınlarındaki Yerkes Ulusal Primat Araştırma Merkezi'nde kapuçin maymunlarıyla yapılan deneyler sırasında olanları anlatıyor. İki maymun, aralarında ağ bulunan bir test odasında yan yana çalıştı. Bir görevi başarıyla tamamladıkları için salatalık veya daha da iyisi üzümlerle ödüllendirildiler. Her iki maymun da aynı görev için aynı ödülü aldıysa, her şey yolundaydı. Ancak bir maymun üzüm alırken diğeri sadece bir salatalık ile ödüllendirildiğinde, çatışma çıktı: "Salatalık için çalışmaktan son derece mutlu olan maymunlar aniden greve gitti." Bazıları salatalığı tiksintiyle araştırmacıya geri fırlattı.

Elbette bu tür hikayeler bize tanıdık geliyor ve belki de bu yüzden bu kadar güçlüler. Empatimizi, belki de en değerli duygusal yeteneğimizi (bir köpekle yaşamış olan herkesin iyi bildiği gibi hayvanlarla paylaştığımız bir şey) çağrıştırırlar. Ancak bizim aleyhimize, hayvan davranışlarını inceleyen araştırmacılar, empatiyi bir anlayış aracı olarak keşfetmemeleri konusunda metodik olarak uyarıldılar. İnsanların diğer hayvanlarla aynı özellikleri paylaştığını öne sürmek, antropomorfizm (insani vasıfların başka bir varlığa atfedilmesi) suçlamalarına yol açtığı için çok fazla aydınlatıcı gözlem yayınlanmamış durumda.

Araştırmacılar bu tür suçlamalardan kaçınmak için çarpıtılmış terimler icat ettiler. Hayvanların arkadaşları değil  “favori ortakları” olur. Şempanzeler gıdıklandıklarında gülmez, “nefes nefese” kalmış gibi sesler çıkarırlar.

Bu sadece aptalca değil, tehlikeli de. Hayvanlara insani vasıfları atfetmekten korkmak yerine, çok daha kötü bir hata yapmaktan korkmalıyız. De Waal bunu “anthropodenial” olarak adlandırır. Evrimin gerçeklerini inkâr edip sadece insanların düşündüğünü ve hissettiğini iddia ettiğimizde, bir tür olarak kim olduğumuzun açık bir değerlendirmesini yapmaktan mahrum kalırız.

Evrim anlayışı, yaşam formları arasındaki sürekliliği tanımamızı gerektirir ve daha da önemlisi, canlı dünyanın geri kalanıyla gerçekçi ve şefkatli ilişkiler kurmak, çok derinlere uzanan bu bağlantıları onurlandırmamızı gerektirir.

Birkaç yıl önce, kendimi de Waal'ın kitabının başında anlattığı olayla neredeyse aynı durumda buldum. Arkadaşım Octavia yaşlıydı, hastaydı ve ölüyordu. Uzun zamandır birbirimizin gözlerinin içine bakmamıştık: Ömrünün neredeyse beşte birinde. Ona hoşça kal demeye gittim. Octavia büyük bir çabayla, sınırlı gücünün son bir kısmını kullanarak beni görünce selamlamak için ayağa kalktı ve beni kollarına aldı.

Mama’nın sarılışı ile Octavia ve benim aramızdaki sahne arasında birkaç fark vardı. Mama ve Van Hooff, belki beş milyon yıl önce bir atayı paylaştılar; arkadaşım ve ben en son Prekambriyen Çağı’nda bir atayı paylaşmıştık: Uzuvlar veya gözler evrimleşmeden önce, pratikte herkes bir tüp iken. Van Hooff ve Mama neredeyse aynı yüz kaslarına ve iskelet yapısına sahipti; Octavia’nın ağzı koltuk altındaydı, hiç iskeleti yoktu ve kollarında 1.600 emici vardı. Octavia dev bir Pasifik ahtapotuydu. Yine de o ve ben birbirimize değer verdik; ikimizin de son bir şefkatli, duygusal kucaklaşmadan zevk almasına yetecek kadar. Size "Mama'nın Son Sarılışı" ve "Nasıl İyi Bir Valık Olunur?" kitaplarını tavsiye ederim. 

Sy Montgomery

Çeviren: Pınar Göker



Kapat